“İnsanları başkaldırmaya teşvik eden, torunlarının
özgürlüğe kavuştuğuna yönelik hayalleri değil, ezilen
atalarının hatıralarıdır. Umudumuza kaynaklık eden,
sadece tatmin edici bir gelecek ihtimali değil,
geçmiştir de.”Terry Eagleton
Kürtlerin siyasal hayatının sınırlarla olan serüveni, Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639) ile başladı. 19. Yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren yeni bir kolonyal dalga ile Kürtler hem fiziki hem coğrafi olarak yıkıcı bir egemenlik cenderesinin içine alındı.
Sultan II. Mahmut’un politikalarıyla başlayan yeni egemenlik süreci, Kürdistan’ı yeniden fethetmeye dönük bir paradigma dahilinde uygulandı. Bu süreç boyunca Kürdistan’daki bütün otoriteler yerle bir edildi, bunların yerine merkezi bir modernleşmeyle elele yürüyen bir fetih ilkesi egemen kılındı. Bu yeni siyasal tahakküme Kürtlerin tepkisiz kalmayacağı açıktı ve 1847 tarihinde Bedirxan Bey’in Cizre’de hayat verdiği isyanı, bu kolonyal merkezileşmeye karşı verilen cesur ve büyük bir Kürt direnişi olarak kayıtlara geçti.[1]
I Dünya Harbi’nden sonra ise gerçekleşen Sevr Antlaşması (1920) Kürtler için bir devletleşmenin ayak seslerini duyuruyordu. Lozan Antlaşması (1923) bu ulusal umudu sona erdirdi. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus devlet paradigması çerçevesinde Kürtlerin varlığı inkâr edildi.Kürt kültür çalışmalarına yönelik kamusal görünürlük alanlarında ciddi yasaklar devreye sokuldu.[2] 1920’lerde gerçekleşen Koçgiri İsyanı, Kürdistan İstiklal Komitesi (Azadî, 1921), Şeyh Sait Hareketi (1925) ve Ağrı Direnişi (1926–1930) gibi ulusal kurtuluş hareketleri, Kürt halkının ulusal arayışlarını ifade etme oluşumlarıydı. Fakat bu hareketlerin tamamı ağır askeri operasyonlarla bastırıldı, lider kadrolar idam edildi, ardından katliamlar, sürgünler ve göçler yaşandı.
Cumhuriyetin kuruluş dönemlerinden beri bir kolonyal edevat olarak uygulanan Kürt nüfusunu, Türklük potası içinde eritme siyasetine karşı koyan Kürt siyasi liderleri ve yakınlarının hikayeleri önem kazanmaktadır. Bu makalede hem adı geçen dönemin kısa bir özetini yapacağız hem de şimdiye dek adı pek bilinmeyen, kendini Kürdî davaya adamış Sedîyê Telhe'nin yıllar önce susturulmuş sesini, amcasının oğlu Kürdistan İstiklal Komitesi (Azadî) lideri Cibranlı Xalid Bey’le olan ilişkisini ve geniş ailesinin hikayesini ele almaya çalışacağız. Bu yazıda unutturulmuş ya da gölgede bırakılmış bir kişinin hikâyesini değil, darağacına giderken bile yüreğinde Kürdistan davasıyla giden Kürdistan İstiklal Komitesi’nin son temsilcisi Sedîyê Telhe’nin geride bıraktığı mücadelenin uğultusunu duyacaksınız.
Kimdir Sedîyê Telhe?
Sedîyê Telhe, Kürt aşiret konfederasyonlarının karmaşık ve çatışmalısosyolojik yapısı içinde, Kürt ve aristokrat bir ailede, Telhe'nin oğlu olarak 1887 yılında dünyaya geldi. Doğum yeri Osmanlı Devleti’nin idari sistemine göre Bitlis vilayetinin Genç sancağına bağlı Göynük kazasının Oğnut nahiyesinde yer alan Azîzan (Sudurağı, şimdi Bingöl’e bağlı) köyüdür.
Sedî, Cibran Konfederasyonuna bağlı Suwar Aşiretine mensuptur. Sekiz aşiretin kolektif örgütlenmesinden neşet eden Cibran Konfederasyonu, Suwar Aşireti tarafından kurulup yönetilmiştir. Suwar Aşireti ise kendi içerisinde üç kola ayrılır: Xelîlan (Halilan), Meqsûdan (Mahsudi) ve Temiran (Temuran). SedîyeTelhe, bu alt kollar arasında Xelîlan koluna mensuptur.[3]
1.Dünya Harbi sırasında Şark Cephesinde Osmanlı Ordusunda yüzbaşı rütbesiyle görev yapan Sedîyê Telhe, yerelde Osmanlı Devleti ile kurduğu ilişkiler nedeniyle politik ve askeri bir özne olarak öne çıkar. Dünya Harbi’nin sona ermesiyle birlikte amcasının oğlu olan Kürdistan İstiklal Komitesi’nin lideri Miralay Cibranlı Xalid Bey’in teşviki ve önerisiyle, siyasi ve diplomatik eğitim almak üzere 1918’te ABD’ye gider. Bu yıllarda ABD’nin Teksas eyaletine yerleşen Sedî, burada bir taraftan siyasi ve diplomatik eğitimini sürdürürken, diğer bir yandanda Ermeni bir fırıncının yanında çalışarak geçimini sağlamaya çalışır.
Böylece Sedî, dört yıl boyunca kaldığı ABD’de, ileri düzeyde İngilizce öğrenir. Bu dört yıllık süreçte dil becerilerini geliştirmekle beraber diaspora koşullarında oluşturduğu ulus ötesi ilişkilerle politik ve diplomatik bilincini de derinleştirir. Öbür yandan bu esnada gözü kulağı Cibranlı Xalid Bey’in üzerindedir. Ondan gelecek, haberleri bekliyor ve halkının kurtuluş mücadelesi için görev alacağı günü bekliyordu. Nitekim 1922’de Xalid Bey’den gelen çağrı üzerine, ABD’deki hayatını bir kenara bırakır ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin siyasi ve diplomatik faaliyetlerine katılmak üzere Osmanlıya, daha doğrusu uğrunda başını vereceği ana yurdu Kürdistan’a döner.
Sedîyê Telhe, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a dönünce, üzerinde askeri üniforma vardır. Bu durum dikkatleri üzerine çekmesine neden olur ve kısa süre içinde gözaltına alınır. Bu gelişmeler üzerine Xalid Bey, duruma müdahale etmek için hızlı davranır ve Erzurum’dan telgraf göndererek, Sedî’nin behemehâl bırakılmasını ister. Bu gelişmeler üzerine serbest kalan Sedî, İstanbul’dan direkt Erzurum’a geçerek, Xalid Bey’le Erzurum’daki köşkünde bir araya gelir. Bu görüşmede Xalid Bey, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin kuruluş sürecini, hedeflerini ve örgütlenme çalışmaları hakkında Sedî’yi detaylı bir şekilde bilgilendirir. ABD’de bihakkın vakıf olduğu self-determinasyon bilinci ve diplomatik tecrübeleri, Xalid Bey ile yaptığı istişareler sonucunda Kürdistan İstiklal Komitesi içinde aktif rol üstlenmesinin başlangıcı olur.
Bu gelişmelerden sonra Sedîyê Telhe, aldığı sorumlulukla Erzurum, Çapakçur (Bingöl) ve Diyarbakır hattında mekik dokumaya başlar. Aynı süreçte dönemin İstanbul’daki önemli Kürt aydınlarından Seyit Abdulkadir gibi kişilerle temas kurarak, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin örgütsel çalışmalarını Kürdistan coğrafyasına yayılmasına katkı sunar.
1925’te Kürdistan İstiklal Komitesi öncülüğünde gelişen Şeyh Sait Hareketi’nde binbaşı olarak yer alır. Şeyh Sait Hareketi yenilgi ile sonuçlanınca, coğrafyanın farklı bölgelerinde dağlara sığınan direnişçilerle soluksuz bir mücadele başlatır. İsyan bastırılınca bu kez 1927’nin Eylül’ünde Suriye’ye, oradan da Lübnan’a geçerek eşi Cemile Hanım ile Lübnan’ın Bihamdun kasabasında kuruluş kongresini gerçekleştirmekte olan Xoybûn Cemiyeti’ne katılır.
Cemile Hanım, Xoybûn’un kadın çalışmalarında yer alırken, o, Xoybûn’un askeri ve siyasi çalışmalarının yanı sıra diplomatik çalışmalarında rol oynar. 13 Mayıs 1928’te ilan edilen genel aftan sonra Türkiye’ye döner. Fakat sınırı geçer geçmez gözaltına alınır. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılır ancak Haziran 1930’da yeniden gözaltına alınarak, önce Erzurum, oradan da Ankara’ya sevk edilir. Xoybûn Cemiyeti’nin üyesi olmakla suçlanır. Bu gelişmelerden sonra tutuklanarak Ankara’dan, Erzurum Cezaevine nakledilir. Burada altı yıl tutuklu kaldıktan sonra, 1936’da Sivas Açık Cezaevine sürgün edilir. Sivas’ta beş yıl yarı açık cezaevinde kalan Sedîyê Telhe, 1941’de dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün özel talimatıyla yeniden yargılanır ve 1942 yılında idam cezasına çarptırılır. 16 Haziran 1942’de, mahpusluğunun 12. yılında, Sivas’ta infazı gerçekleşir.
Kısa sayılabilecek 55 yıllık ömrüne Kürdistan İstiklal Komitesi, Şeyh Sait Hareketi ve Xoybûn Cemiyeti’nin askeri, siyasi ve diplomatik çalışmalarına büyük bir miras sığdırır. Farklı coğrafyalarda verdiği mücadele, sürgün yılları, tutsaklığı ve infazı onu sembolik bir isme dönüştürür. Kürdistan’daki askeri tecrübeleri, diplomasi alanındaki çabaları ve Kürdistan kurtuluş mücadelesine adanmışlığı ile Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin hafızasına kazınır. Bu bağlamda Sedîyê Telhe’nin 55 yıllık mücadele mirasına daha yakından bakmak bir nevi ulusal bir ödevdir. Makalenin geri kalanında da bu “ödev” yerine getirilmeye çalışılacaktır.
Enkazın Ortasında Bir Parıltı: Sedîyê Telhe
20.Yüzyıl, İmparatorlukların dağıldığı, devletlerin kurulup, yıkıldığı bir zaman dilimi oldu. Talihli olan halklar, egemen ulus olarak, bir devlet sahibi oluyor, tarihi olan halklara dönüşüyordu.
Böylesi tarihsel bir aralıkta, Rus İmparatorluğu, Osmanlı Devleti sınırları içindeki Kürtlerin anayurdunu hedef alır. Ancak, Çarlık rejiminin saldırdığı topraklarda, kaderine boyun eğmeyen bir direniş yeşermeye başlar. Halk, kendi inisiyatifiyle oluşturduğu milis güçlerle ana yurdunu korumak için mücadele pozisyonu alır. Savaş, Bitlis vilayetine bağlı Çapakçur'un (Bingöl) sınırlarına dayandığında, yerel halktan örgütlenen milis alayları, Rusların saldırıları karşısına özsavunma hatlarını güçlendirmek için harekete geçer. Bu direnişin önemli bir oluşumu da, Çapakçur'da direniş güçleri kurarak mücadeleyi geniş bir coğrafyaya yayan Şeyh Şerif Birlikleri (1916-1917) olur.[4] Osmanlı Ordusunda Yüzbaşı rütbesiyle görev yapan Sedîyê Telhe,[5] bu birliklerde yer alarak öne çıkmaya başladı. Bu süreçte, dönemin önemli figürlerinden biri olan ve Genç sancağına bağlı Çapakçur bölgesinde yaşayan büyük Ziktî Aşireti'nin mensubu Yado (Yad Mahmut Ebas) ile yakın arkadaşlık kurar. Nitekim bu ikili çok geçmeden, Rus Ordusu’nun saldırılarına karşı verdikleri amansız mücadeleyle yerel halk nezdinde efsaneleşen iki isme dönüşür.
Kürdistan Coğrafyasında Bir Hayalet Dolaşıyor: Cibranlı Xalid Bey
Yaşanan Dünya Harbinde, Şark Cephesinde Ruslara Ordusuna karşı yaşanan ağır yenilgi, bir yılgınlık duygusu ve belirsizlik atmosferinin doğmasına neden olur. Dünya Harbinin yıkıcı sonuçları, Osmanlı Devletine toprak kaybettirmenin yanı sıra Osmanlıyı büyük bir siyasal krize de sürükler. Kürtlerin anayurt olarak kabul ettikleri coğrafyada Ruslara karşı verilen ve yenilgi ile sonuçlanan ağır kayıp, bir askeri yenilginin ötesine geçiyordu. İmparatorlukların dağılmaya ve ulus-devletlerin doğmaya başladığı bu tarihsel eşikte, Kürt aydınları ve aşiret liderleri, bir toplumsal ve ulusal mücadele arayışına giriştiler. Ancak Kürtlerin ulusal kurtuluş arzusu, eşitsiz bir iktidar alanında yeşermeye başlar. İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) kadroları, güçlü bir Türklük mefkuresi arzusu ile hazırlanmış halde, bir etnik mühendislik çalışmasına girişir. Osmanlı Devleti’nin enkazı üzerinde bir ulus-devlet paradigmasını dayatan bu kadroların, örgütsel ve toplumsal kompozisyonu, Osmanlı’nın kozmopolit yapısına karşı Türk olmayan tüm halkların yok sayılmasına dayanıyordu. Bu sebeple dönemin Kürt aydınlarından Seyyid Abdülkadir, Hüseyin Şükrü (Baban) Bey ve Kamuran Ali Bedirxan gibi onlarca Kürt aydını öncülüğünde Kürdistan Teali Cemiyeti (1918) kurulur. Bu cemiyet, yükselen ırkçılığa/kavmiyetçiliğe karşı bir itiraz hareketi olarak doğar. Böylelikle Kürtler yeni itici bir kuvvet olarak yeniden politik bir pozisyon alır.
Böylesi tarihsel bir kulvarda, bir Kürt aydını olarak Cibranlı Xalid Bey tarih sahnesine çıkıyordu. Kürt ve aristokrat bir ailede Varto’da dünyaya gelen Xalid Bey, Sultan II. Abdülhamid'in, aşiretlerin zeki çocuklarını devşirmek amacıyla kurduğu İstanbul Aşiret Mektebine (1892) kaydedilmesi önemli bir ana tekabül eder. II. Abdülhamit’in kurduğu ve müfredatı Sünni teolojiye dayanan Aşiret Mektepleri, bünyesine topladığı farklı halklardan öğrencileri, dönüştürüp saltanata bağlamayı amaçladı. Xalid Bey, Aşiret Mektebi’nden mezun olduktan sonra Erkan-ı Harbiye'ye girerek buradan mezun olan tek Kürt öğrenci olur. Buna mukabil başarılı bir öğrenci olarak yükselmesiyle bir askeri sermaye edinir. Erkan’ı Harp’ten mezun olduktan sonra ise Osmanlı ordusunun kıdemli yüzbaşı unvanıyla Filistin, Yemen ve Arap vilayetleri gibi şarkın farklı cephelerinde görevlendirilir.
Fakat Dünya Harbinin ayak seslerinin gelmesiyle birlikte 1913'te Erzurum'a çağrılıp Ruslara karşı komutanlık rolü üstlenmesi istenir. Rus Ordusuna karşı Varto ve Hınıs arasındaki Çemê Zoro'da, Aşiret Süvari Komutanı olarak savaşır. Fakat savaşta yaşadığı ağır yenilgiden sonra o da yereldeki binlerce kişi gibi göç yollarına düşer.
Xalid Bey, Rus Ordusu’nun Şark Cephesi’nden çekilmesinin ardından 1917’de Varto’ya geri döndüğünde savaşın yıkıcı sonuçlarına tanık olur: Coğrafyadaki savaşın izleri büyük bir belirsizlik ve umutsuzluk ortamı yaratmıştır. Yaşanan bu büyük yıkımın ortasında o da dönemin Kürt aydınları gibi anayurdu için yeni siyasi arayışlara yönelir. Osmanlı Ordusu’nda kazanmış olduğu askeri tecrübe, sahip olduğu aşiret nüfusu ve savaşla sertleşmiş bir lider olarak, bu kez Kürtlerin ulusal kurtuluşu için amansız bir kavgaya girişir. Onun bu yolculuğu, Kürt aydınlarıyla birlikte kompozisyonu geniş yeni bir müşterek dinamik ve siyasal bir tahayyül inşa etmenin başlangıcı olur.
Xalid Bey, tam da bir altüst oluşun yaşandığı bu tarihsel eşikte, İstanbul’daki eski okul arkadaşlarının inşa etmeye çalıştıkları politikaları yakın takip eder. Mustafa Kemal, Kazım Karabekir gibi İTC’nin kadroları, Osmanlı bakiyesinden bir Türk ulus-devleti inşa etmek için mevcut gidişata bir yön tayin etmek istiyorlardı. Buna mukabil ise Xalid Bey, adeta bugünlere seslenircesine üçüncü bir yolu tercih ederek, kendi anayurdu Kürdistan için bir karşı ulusal fikir geliştirmeye koyulmuştu.
Sedîyê Telhe ve Yeni Bir Tahayyül
Bu minval üzere, Xalid Bey, tarihin akışına müdahale edip bir yol bulmaya arayışını hızlandırır. Eskinin yıkıldığı, yerine yeninin inşa edileceği bir ortamda Xalid Bey, dönemin diğer Kürt aydınlarıyla olduğu gibi, kendisinden beş yaş küçük olan amcasının oğlu Sedîyê Telhe ile sık sık bir araya gelir ve Kürdistan’ın geleceğine dair fikir teatisi yapar. İki amcaoğlu, uzun boyları ve karizmalarıyla öne çıkarlar. Kumral saçları ve yeşil gözleri dikkat çeken Sedîyê Telhe, Xalid Bey ile kurduğu yakın diyalog, onu aşireti içinde ve bölgede önemli bir konuma yerleştirir. Xalid Bey, böyle bir dönemde uluslararası bağlantılarını harekete geçirerek Sedîyê Telhe’yi uluslararası alanda Kürtlerin ulusal haklarını temsil edecek yeni bir aktör olarak yetiştirmeyi amaçlar. Böylece onu 1918’de ABD’nin Teksas eyaletine gönderir. Xalid Bey, bu hamleyle Kürtlerin ulusal mücadelesini büyütmeyi ve zamanı geldiğinde dünyaya yaymayı hedefler. Nitekim Xalid Bey, bu yıllarda dünyadaki gelişmeleri ilgiyle takip ediyor, diplomasi alanında yaşanan gelişmelere yakından bakıyor. Bununla beraber bir yıl sonra gerçekleşecek olan Paris Barış Konferansında (1919) Şerif Paşa, Kürt delegasyonu olarak yer alır ve dünya halklarının kaderinin konuşulduğu bu konferansa, bir Kürdistan haritası sunar. Keza Kürt ileri gelenleri de bu yıllarda Xalid Bey’in etrafında aynı amaç ve arzu ile bir araya geliyordu.
Bu manada Xalid Bey’in, Sedî’yi, ABD’ye gönderme fikri rastlantı değildir. I. Dünya Harbinden sonra yaşanan derin sessizliğin ve belirsizliğin ortamında, ABD’de yükselerek dünyaya yayılan Wilson İlkeleri Kürtler için de umutvar bir gelecek vadediyordu.
Sedî’nin 1918’te gittiği Teksas’ta hangi kentte ve kurumda eğitim aldığı bilinmemekle birlikte, burada politik ve diplomatik eğitim alırken, diğer taraftan bir Ermeni fırıncının yanında çalışarak geçimini sağlar. Yanında çalıştığı Ermeniler, 1915 yılında yaşanan büyük felaket sırasında Çapakçur (Bingöl) bölgesinden kaçıp, ABD’ye giden Ermenilerdir. Aile anlatıları, Sedî ve geniş ailesinin, 1915’teki Ermeni Soykırımı sırasında açık bir soykırım karşıtı tutum ortaya koyduğunu ve böyle bir politika izlediğini aktarır. Bu bağlamda Teksas’taki bu Kürt ve Ermeni buluşması, felaketten önceki köklü ilişkilerin bir devamı gibidir.
Sedî, 1918 ile 1922 tarihler arasında ABD’de kalır. ABD’de geçirdiği dört yıl, ona büyük tecrübeler kazandırır. İleri düzeyde İngilizce öğrenerek hem diplomatik çalışmaları tecrübe eder hem de uluslararası ilişkilerin doğasını tedris eder. Politik ve diplomatik ufkunun genişlemesinin yanı sıra, ekonomik faaliyetler de yürüterek bir gelecek ufku belirleme çabasını ortaya koyar. Arkadaşlarıyla birlikte, yaşadıkları bölgede arsa alıp kalıcı bir yaşamın planlarını da yapmaya başlar.[6]
Kürdistan’a Nihai Dönüş
1919 yılına gelindiğinde İTC ve doğmakta olan Kemalist Hareket, Türklük mefkuresi, ilericilik, sekülerizm ve Pan-Türkizm gibi ideallerle yeni bir inşa sürecine girişirken, bu kadroların tamamını tanıyan ve yakından takip eden Xalid Bey ise Kürdistan mefkuresi ile yeni bir inşa arayışına geçer. Kemalist Hareketin öncülüğünde gelişen Türklük mefkuresi fikri, siyasal ve toplumsal alana nüfuz ettikçe, buna karşı Kürtlerin de siyasal talepleri şekillenmeye başlar. Nitekim Xalid Bey, bu yıllarda kendisini Erzurum Kongresine (1919) davet eden Mustafa Kemal’e, 25 Temmuz 1919 yılında gönderdiği mektupta,[7]giderek yükselen Kemalist harekete ilişkin duyduğu rahatsızlığı ve öfkeyi diplomatik bir dille ifade eder. Xalid Bey yeni bir oluşum olarak yeşermekte olan Kemalist tahayyüle tam olarak bu yıllarda açık bir şekilde mesafe koymaya başlar. Nitekim aynı yılın (1919) Kasım ayında Kürdistan İstiklal Komitesini (Tam adı Kürdistan İstiklâl ve İstihlal Cemiyeti) kurar.[8]
Bu gelişmelerin akabinde 10 Ağustos 1920’de gerçekleşen Sevr Antlaşması, Osmanlıdaki halklar için yeni bir heyecan yaratıyordu. Yapılan anlaşma, Osmanlı’da yaşayan halkların lehine sonuçlanınca yeni sancılı ve çatışmalı bir sürecin başlangıcına da ilk kıvılcım olur. Süreci hızla dekore etme arayışına geçen Türkçü kesimler, toplumsal çeşitliliği hedef alır. İlk icraatlarından biri de 1918’te kurulan ve açık faaliyet yürüten Kürdistan Teali Cemiyetini kapatmak olacaktır. Bu gelişmelere mukabil Xalid Bey, alarma geçen milliyetçi ve Pan-Türkist çevrelere karşı harekete geçer. Dönemin Kürt aydınlarıyla, Kürdistan İstiklal Komitesinin çalışmalarını hızlandırır. Zira Kürtler, örgütlü oluşumlarının olmadığı tarihi bir eşikten geçmekteydi. Xalid Bey ve asker menşeli pozitivist kadrolar tarafından gizlice Erzurum’da kurulan Kürdistan İstiklal Komitesi, Cibranlı Xalid Bey gibi asker aktörler öncülüğünde, Kürt aşiret liderlerinin ve dini figürlerin mevcudiyetiyle hızla kuruluşunu tamamlar.
Fakat yaşanan tarihsel gelişmeler karşısında Xalid Bey, 1918 yılında ABD’ye gönderdiği Sedîyê Telhe’yi 1922 yılının başında geri çağırır. Xalid Bey’in çağrısı üzerine Sedî, ABD’deki tüm planlarını askıya alarak, Osmanlı topraklarına geri döner. Sedî, İstanbul geldiğinde üzerinde askeri üniforma vardır. Bu vaziyet, dikkatleri üzerine çekmesine neden olur ve İstanbul’da gözaltına alınır. Erzurum’da bulunan Xalid Bey, kısa süre içinde bunun haberini alır. Duruma müdahale etmek için harekete geçen Xalid Bey, Erzurum’dan telgraf çekerek, Sedî’nin serbest kalmasını sağlar. Sedî, serbest kaldıktan sonra İstanbul’da zaman kaybetmeden direkt Erzurum’a geçip Xalid Bey ile Erzurum’daki köşkünde bir araya gelir. Xalid Bey’in bu dönemde Erzurum’daki köşkü son derece önemli toplantı ve görüşmelere sahiplik eder. Burada, Kürdistan’ın muhtelif kesimlerinden sık sık misafir ağırlayarak Kürdistan İstiklal Komitesinin örgütlemesini tabana yayma çalışması yürütür. Xalid Bey aynı şekilde köşkünde Sedî ile gerçekleştirdiği görüşmede, onu komitenin kuruluş süreci ve yol haritasına ilişkin detaylı bir şekilde bilgilendirir. Sedî, ABD’de edinmiş olduğu self determinasyon ve diplomatik tecrübelerini hayata geçirmek için Xalid Bey ile yaptığı istişarelerle, Kürdistan İstiklal Komitesi içinde aktif bir rol üstlenerek harekete geçer.
Politik Bir Üs Olarak Xeto Ailesi (Mala Xeto)
Bölgede büyük bir aile olarak varlık gösteren Xeto Ailesi (Mala Xeto), Göynük kazasının Oğnut nahiyesine bağlı Kargapazarı (şimdi Bingöl’ün Karlıova ilçesine bağlı) köyündedir. Xeto Ailesi, Cibranlı Xalid Bey’in ve Sedîyê Telhe’nin amcasının evlerinin olmasının yanı sıra, Erzurum, Varto ve Çapakçur üçgenindeki konumu nedeniyle bu tarihte stratejik bir önem kazanır. Bu aile, 1880’lerin başından itibaren Osmanlı Devleti ile hasarlı bir ilişki kurarak sıkça karşı karşıya gelmiştir. 1891 tarihinde Hamidiye Alaylarının oluşmasıyla birlikte yerelde hem Hamidiye Alayları ile hem de Osmanlı Devletinin yerel güçleriyle benzer arızalı ilişkiler sürdürür. Nihayetinde imparatorluğun eliyle ailenin kimi figürlerinin başı koparılarak (1894) başkent İstanbul’a gönderilmek üzere Erzincan’da dördüncü ordunun başındaki Müşir Zeki Paşa’ya gönderilir,[9] ailenin kimi figürleri ise Erzurum Taşhan Hapishanesi ve Maden Sancağı Hapishanesinde hapsedildikten sonra, öldürülürler.[10]
Başından beri Osmanlı Devleti ile otoriteyi reddeden bir ilişki biçimi kuran Xeto Ailesi, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin kurulması ile birlikte tüm gövdesiyle komitenin çalışmalarına dahil olur. Xeto Ailesinden, Reşid Bey (Reşîdê Ehmedê Xeto), Mihemedê Evdoyê Xeto ve Mihemedê Xelîl Xeto gibi figürler, Xalid Bey’in görevlendirmesiyle Kürdistan İstiklal Komitesinin yerel örgütleme sorumluluğunu üstlenirler. Bu aile, örgütlü bir gövde olarak bölgede komitenin çalışmalarını yürütmeye girişir. Xeto Ailesinin Kargapazarı köyündeki evleri, bu özellikleri sayesinde Kürdistan İstiklal Komitesi’nin politik üssüne dönüşür. Bu dönemde Xeto Ailesi, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin diplomasi çalışmalarının istişare edildiği, örgütleme ve askeri faaliyetlerinin yürütüldüğü önemli bir yer haline gelir. Sedîyê Telhe, amcasının çocukları Reşid Bey ve Mihemedê Xelîlê Xeto’yla birlikte bölgedeki siyasi ve askeri gelişmeleri düzenli olarak Xalid Bey’e aktararak,komitenin askeri ve yerel diplomasi çalışmalarına dahil olurlar. Reşid Bey bu tarihte bölgedeki gelişmeleri günlükler şeklinde not alarak Sedîyê Telhe ile birlikte Xalid Bey’e aktarır.[11] Benzer şekilde Xalid Bey’in kuryeler aracılığıyla Erzurum’dan, Xeto Ailesine gönderdiği mektupları, Reşid Bey ve Mihemedê Xelîlê Xeto, bölgenin ileri gelenlerine ileterek “mektup diplomasisini” yürütür.
Bu süreçte Sedîyê Telhe, mücadele arkadaşı Yado ve beraberindeki kişilerle Kargapazarı’na sık sık gelip giderler. Burada yapılan toplantılara katılır. Özellikle bu yıllar, Sedîyê Telhe’nin ulusal hassasiyetlerinin öne çıktığı yıllardır. Öyle ki 1924 sonbaharında Xeto Ailesi’nin evinde gerçekleşen toplantılarda, Kürdistan İstiklal Komitesi çalışmalarına katılan kişileri, bölgede yerel halkla kurdukları ilişkilere dikkat etmeleri konusunda uyarır. Alevi ve Sünni köyleriyle olan ilişkilerinin özenle korunarak sürdürülmesi gerektiğini vurgular.
Nitekim Sedîyê Telhe’nin ulusal bilinç kompozisyonu bu konularda duyarlıdır. Daha önce de bölgede, Cibran ve Xormek aşiretleri arasında uzun yıllara yayılan çatışmalara son vermek ve ulusal birliği mümkün kılmak amacıyla, kendi Sünni ailesinden bir genç kadının, Alevi olan Xormek aşiretinden sevdiği bir gençle evlenme isteğini destekler. Benzer şekilde Xalid Bey de Varto’da birbirini seven Sünni ve Alevi iki gencin evlenmesine öncülük eder. Bu gençlerin düğünlerine bizatihi katılarak, şahitlik yapar ve evliliklerini gerçekleştirir.
Kürdistan İstiklal Komitesi’nden Şeyh Sait Hareketi’ne Giden Süreç
Kürdistan İstiklal Komitesi, Beytüşşebap'ta bulunan 7. Tümen 18. Alayda görev yapan subaylar, Komite'nin çalışmalarına dair şifreli bir telgrafı yanlış yorumlayınca, 3-4 Eylül 1924 gecesi, Komiteye bağlı birçoğu subay, yüzlerce asker ayaklanır. Ancak bu isyan başlamadan başarısızlıkla sonuçlanır. Ardından devlet istihbaratı Kürdistan İstiklal Komitesi'nin faaliyetlerini tespit ederek tasfiye operasyonları başlatır. Nihayetinde, Komite'nin önemli aktörlerinden Yusuf Ziya Bey, 10 Ekim 1924'te Erzurum'da gözaltına alınarak Bitlis Cezaevine sevk edilir.[12]
İki aylık göreli sessizliğin ardından bölge, siyasi dengeleri altüst edecek kırılgan bir sürece girer. Kürdistan İstiklal Komitesi lideri Xalid Bey, 20 Aralık 1924 akşamı saat 20.00 sıralarında[13] Erzurum'daki köşkünde gözaltına alınır ve Bitlis Harp Divanı'nda yargılanmak üzere Bitlis'e gönderilir. Bu gelişmelerin ardından bölgede gerginlik kısa bir zaman içinde hissedilebilir bir ağırlığa dönüşür. Toplumsal öfke büyür.[14] Zira Xalid Bey’in tutuklanmasından dört gün sonra, 24 Aralık'ta, Hınıs'ta bulunan Şeyh Sait, tanıklık yapması için Bitlis Harp Divanı'na çağrılır. Ancak Şeyh Sait, yaşlı ve hasta olduğu gerekçesiyle gidemez. Bunun üzerine Şeyh Sait’in ifadesi, Hınıs Kaymakamı Maksut Bey tarafından alınır. Bu gelişmelerin ardından, kaymakam, Şeyh Sait’e Hınıs’ı terk etmesini söyler. Şeyh Sait, 27 Aralık 1924’te Hınıs’tan ayrılarak[15] Hınıs’a bağlı Ortaköy’e geçer. Buradan silahlı iki kişiyi yanına alarak Xirbêsor Köyü, Gabelekan mezrasına ulaşır. Ancak yanındaki silahlılar dönemin politik atmosferinden dolayı sürekli geri dönmek için izin ister. Şeyh Said, bu iki silahlıyı Kalecik köyüne kadar götürür. Burada da silahlılar bir kez daha geri dönme talebinde bulunur. Fakat Şeyh Sait, onlara “sabredin” diyerek yola devam eder. Çukuryayla (Bastok) ve Kalecik köyleri arasındaki Goma Xeto mevkiine geldiklerinde, kalabalık bir süvari grubuyla karşılaşırlar. Bu süvarilerin başında Kargapazarlı Xeto Ailesi’nden Mihemedê Xelîlê Xeto vardır. Mihemedê Xelîlê Xeto’yu gören Şeyh Said, yanındaki iki silahlıya ‘Siz artık dönebilirsiniz, ben adamlarımı buldum’ der. [16] Mihemedê Xelîlê Xeto ile karşılaşmasından büyük sevinç duyar, Şeyh Said. Zira Şeyh Sait, Mihemedê Xelîlê Xeto, Reşid Bey ve Sedîyê Telhe’yi yakından tanımaktadır. Öyle ki, Mihemedê Xelîlê Xeto hem Xalid Bey’e hem de Şeyh Sait’e yakın bir isimdir. Nitekim ileride Diyarbakır Şark İstiklal Mahkemesi’nde birlikte aynı akıbeti yaşayacaklardır.
Şeyh Sait, Mihemedê Xelîlê Xeto ve beraberindekilerle Şuşar bölgesinde Sêvikan, Kırıkhan ve Memikanlıların köylerini ziyaret ederek halkla bir araya gelir. Şeyh Sait’in etrafındaki bölge eşrafı giderek kalabalıklaşır. Şeyh Sait, burada, Kürdistan İstiklal Komitesi’nin yıllara yayılan örgütlenme çalışmalarının yaratmış olduğu toplumsal dip dalganın üzerinde yürüyüşe geçer.Şeyh Sait, bu bölgeden ayrıldıktan sonra ilk durağı Mihemedê Xelîlê Xeto ve beraberindeki atlı kafile ile Kargapazarı köyü olur. Burada Xeto Ailesi’nden Reşid Bey’e misafir olan Şeyh Sait, geceyi burada geçirir. Bu dönemde Xeto Ailesi oldukça kalabalıktır. Beytüşşebap İsyanı’nın ardından ifşa olan Kürdistan İstiklal Komitesi’nin üyesi ve önemli aktörlerinden biri olan Kerem Bey (Keremê Kol Ağası), bu dönemde arandığı için Xalid Bey’in önerisiyle birkaç yaveriyle birlikte Kargapazarı’na gelerek Xeto Ailesi’nde kalmaktadır. Şeyh Sait’in gelişiyle burada bir toplantı düzenlenir. Kürdistan İstiklal Komitesi’nin önemli kadrolarından Kâmil ve Baba Bey kardeşler, Hesenê Cefer (Hesenê Cafer Axa) gibi çok sayıda figürde bu toplantıya katılırlar. Burada Xalid Bey’in tutsaklık durumu değerlendirilir. Xeto Ailesi’ne, bölgede Kürdistan İstiklal Komitesi’nin önemli merkezlerinden biri olduğu için Şeyh Sait, bölgede olası bir direnişte ellerinde bir cephanenin bulunup bulunmadığını sorar. Xeto Ailesi’nin yeğenlerinden ve Kürdistan İstiklal Komitesi’nin önemli askeri kadrolarında biri olan Baba Beg, şimdilik böyle bir hazırlıkları olmadıklarını söyler. Bunun üzerine Kerem Bey ve Mihemedê Xelîlê Xeto ise kimi hazırlıklar yapmak gerektiğini söyler.[17]
Şeyh Sait, bir gece Kargapazarı’nda kaldıktan sonra ertesi gün, güneye doğru yola devam eder ve Kargapazarı’ndan yedi kilometre öteki Kanîreş (Karlıova) köyüne geçer. Burada köyün ileri gelenleriyle bir araya gelip, Kâmil ve Baba Bey’lerin evlerine gider. Burada halkın coşkulu karşılamasıyla ağırlanan Şeyh Sait, ardından yolculuğuna devam eder. Bir sonraki durağı, Azîzan köyünde Sedîyê Telhe’nin evi olur. Daha kalabalık bir ekiple buraya varan Şeyh Sait, geceyi burada geçirir. Cemaati oldukça kalabalıktır. Burada Xalid Bey’in durumu yeniden hararetle tartışma konusu olur. Sedîyê Telhe’nin nihai amacı Bitlis’te tutulan Xalid Bey’i kurtarmak için halaskar bir planı hayata geçirmektir. Cibran bölgesinden gelen geniş aile bireylerinin de etkisiyle toplantı duygusal bir atmosferde geçer. Çünkü Cibranlı Xalid Bey, Bitlis’te tutsak edilmiş ve akıbeti konusunda derin şüpheler mevzu bahistir. Bir araya gelen kişiler, Xalid Bey’in zaman kaybedilmeden Kemalist kadroların elinden kurtarılması için Bitlis’e sefer düzenlenmesi tasarlarlar. Fakat mevsim koşulları ve bazı aşiretlerin devlet yanlısı tutumları ve kaygıları nedeniyle, Bitlis seferi yapılmaz.
Ancak, Sedîyê Telhe ve Mihemedê Xelîlê Xeto, Bitlis üzerine sefer düzenleme fikrini Xalid Bey’in kardeşleri Selim ve Ahmet Bey ile görüşerek ilkbahar veya yaz aylarına doğru gerçekleştirme kararı alırlar. Böylece Şeyh Sait, bir gece Sedîyê Telhe’nin misafiri olduktan sonra yolculuğuna devam eder.[18] Melekan, Çan, Çapakçur, Daraheni ve Diyarbakır istikametinde devam eden Şeyh Sait’in geçtiği güzergahlar, neredeyse bir miting havasına bürünür.
Yenilgi ve Arayış
Coğrafyanın zorlu ve amansız koşullarından dolayı Xalid Bey’in kurtarılma planları bahar aylarına ertelenir. Ancak bahar ayları gelmeden Kürtlere yeni bir kader yazılır. Cibranlı Xalid Bey, Bitlis Harp Divanı tarafından yargılanarak beş arkadaşı ile birlikte 1925’te 14’ü 15 Nisan’a bağlayan gece kurşuna dizilerek infaz edilir. Hemen ardından 15 Nisan günü Şeyh Sait ve arkadaşları Varto ve Muş arasında bulunan Abdurrahman Paşa Köprüsünde devlete esir düşer. Sedîyê Telhe’nin yakın akrabalarının tamamı burada Şeyh Sait ile birlikte esir düşer.
Sedîyê Telhe’nin, hem 42 yaşındaki abisi Hasan Bey hem de 16 yaşındaki oğlu Rıza, köprüdeki kafilenin içindedir. Hasan Bey, burada Şeyh Sait ve yol arkadaşları ile esir düşer. Xalid Bey’e çok yakın bir isim olan Hasan Bey, başından beri Erzurum’da Xalid Bey’e yakın bir pozisyonda Kürdistan İstiklal Komitesi’nin çalışmalarında yer alır. Köprüde esir düştükten sonra 26 arkadaşı ile birlikte Hınıs’a sevk edilir ve burada 24 arkadaşı ile birlikte idam edilir.[19]Sedîyê Telhe’nin 16 yaşındaki oğlu Rıza, köprüden kaçıp kurtulur ancak civar köylerde milislerin saldırısına uğrar. Milislerle girdiği çatışmada ellerine isabet eden kurşunlar sonucu yaralanır. Aynı süreçte, Sedîyê Telhe mücadele arkadaşı Yado ve Şeyh Şerif ile birlikte, Elâzığ Cephesi’nde savaşır. Aynı ekip, I. Dünya Savaşı’nda,aynı bölgede Rus ordusuna karşı savaşmıştı.
Şeyh Sait Hareketinin yenilgisinden sonra Sedîyê Telhe ve arkadaşı Yado, teslim olmazlar ve direnişi Kürt coğrafyasına yayma mücadelesine girişirler. Oğlu Rıza, bir süre dağlarda mücadele ettikten sonra köyü Azîzan’a döner. Burada kısa süre sonra yakalanır. Babası Sedî’nin akıbeti sorulur. Rıza, bilmediğini söyler ve tutuklanarak Sinop Cezaevine gönderilir. Bu süreçte müfrezeler, yanlarına aldıkları milislerle direnişin vuku bulduğu her yerde, köyleri ateşe verir ve bölgede korkunç katliamlar gerçekleştirir. Buna karşı yaklaşık 400 kadar direnişçi, Çapakçur-Kanireş (Karlıova), Kiğı ve Varto üçgeninde yeniden örgütlenerek devlete karşı direnişi coğrafyaya yayar. Bu direnişe, Cibranlı Xalid Bey’in kardeşleri Selim ve Ahmet Beyler, Sedîyê Telhe, Yado, Xelîlê Sebrî ve Hesenê Cafer gibi dönemin önemli figürler öncülük eder. Kışın zorlu koşullarında bölge köylerinde kod adlar kullanarak barınan direnişçiler, ilkbaharın gelişiyle dağlara çekilip direnişin mekanını değiştirerek örgütlenmeye devam ederler. Coğrafyanın farklı bölgelerinde sürekli hareket halinde olan direnişçiler, yalnızca devlet güçleriyle değil, devletle işbirliği yapan yerel milislerle de sayısız çatışma yaşarlar. Devletin yanında saf tutarak kendi halkına savaş açan yerel milis güçler, paramiliter eylemlerden geri durmuyordu. Nitekim Kürdistan direnişçileri, en ağır darbeyi de devlet adına hareket eden yerel milislerden aldı.
Böyle bir siyasal atmosferde Şeyh Sait Hareketi’nin yenilgisinden bir yıl sonra, Eylül 1926’da, Sedîyê Telhe, amcasının oğlu Selim Bey’in öncülük ettiği bir direniş grubu, Kanireş’ten Erzurum-Çat’a doğru hareket eder. Kanîreş ile Çat arasında, Qirtuzî olarak tariflenen bir bölgede milislerin pususuna düşerler. Burada milislerle girilen çatışmada Selim Bey, dizinden ve karnından vurulur. Sediyê Telhe, bir taraftan direnişçilerle beraber milislere karşılık verirken diğer bir taraftan Selim Bey’i kurtarmaya çalışır. Milislerle girilen çatışma sonlandığında Sedîyê Telhe ve Ahmet Bey, yaralanan Selim Bey’e yetişir. Fakat her şey için çok geçtir: Selim Bey hayatını kaybetmiştir. Aynı çatışmada Selim Bey’in arkadaşı Arif de vurulur. Her iki Kürdistan savaşçısı da Ahmet Bey, Sedîyê Telhe ve direnişçi arkadaşlarınca, uğrunda can verdikleri toprağa teslim edilir. Cibranlı Xalid Bey’den sonra bölgede etkili bir aktör olan Selim Bey, direnişçilere umut olan bir liderdi. Onun kaybı, Kürdistan fedailerinin direniş ruhu üzerinde yıkıcı bir etki bırakır.[20] Bu, Sedîyê Telhe ve grubu için ağır bir kayıptır. Sedîyê Telhe ve yoldaşları devlete de Kürtler arasında devşirilen yerel milis gruplara da teslim olmazlar. Defalarca devlet güçleri ve milislerle çatışmaya girerler. Ama bir şekilde çatışmalardan sağ çıkmayı başarırlar.[21]
Suriye’ye Gidiş ve Xoybûn Cemiyeti
Coğrafyanın muhtelif bölgelerinde eylemlerini 1927 sonbaharına kadar sürdüren direnişçiler, yeni bir arayışa geçerler. Böylece Fransızların sömürgesinde olan Suriye’ye gitme kararı alırlar. Şeyh Sait Hareketinin yenilgisinden hemen sonra İran’a gitmeyi istişare eden Sedîyê Telhe ile Selim ve Ahmet Beyler, daha sonra yaptıkları istişare ile İran’a gitmekten vazgeçerler. Aradan geçen iki yıl sonra, bu sefer Suriye’ye gitme kararı alınır. Böylelikle 1927 Eylül ayında 300 kadar kişi Çapakçur bölgesinden Suriye’ye doğru yola çıkar.[22] Yer yer müfrezelerle girdikleri çatışmalarla Diyarbakır, Eğil-Çılbıra bölgesine varırlar. Ancak burada büyük bir saldırıya uğrarlar. Bu saldırıda toplu halde bulunan atları hedef alınarak yaya bırakılmaları amaçlanır. Nitekim 40 kadar at bu saldırıda öldürülür, böylece direnişçiler çembere alınır. Öyle ki saldırı sırasında SedîyêTelhe’nin yakın mücadele arkadaşı Yado ve beraberinde birkaç kişi yaralanır. Ancak direnişçilere kısa süre sonra çemberi yararak Diyarbakır ile Urfa arasındaki Karacadağ bölgesine doğru yola devam ederler. Karacadağ bölgesine varan direnişçiler, çok geçmeden burada ikinci bir saldırıya maruz kalırlar. Devlet güçleri bu saldırıda savaş uçağı kullanır. Burada yaşanan çatışmada bir uçak direnişçiler tarafından hedef alınır ve düşürülür. Direnişçiler buradaki askeri çemberi de yararak Viranşehir ile Kızıltepe ovasına doğru hareket etmeye devam ederler. Ancak ovaya inmek için geceyi beklerler, çünkü geceleri ilerlemek onlar için daha güvenlidir.
Böylece uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından direnişçiler, Fransızların sömürgesi altındaki Suriye'ye geçmeyi başarırlar. Sınırı geçer geçmez Fransız subayları tarafından karşılanırlar. İkinci gün subaylarla yaptığı görüşmede silahlarını teslim etmek zorunda kalırlar. Akabinde siyasi ilticacı talepleri kabul edilir.[23]
Sedîyê Telhe, eşi Cemile Hanım ve arkadaşı Yado ile birlikte Suriye’den Lübnan’a geçerek, Lübnan’ın Bihamdun kasabasında kuruluş kongresini gerçekleştirmekte olan Xoybûn Cemiyeti’ne katılır. Burada SedîyêTelhe’nin eşi Cemile Hanım, Xoybûn Cemiyetinde kadın delege olarak yer alır ve Xoybûn Cemiyeti’nin kadın çalışmalarında aktif bir şekilde dahil olur.
Bu yıllarda Sedîyê Telhe ve Yado, Xoybûn’un kurucu kadroları ile hareket ederler. Sedîyê Telhe, 1918-1922 yılları arasında ABD’de kaldığı süre içerisinde iyi derecede öğrendiği İngilizce sayesinde Xoybûn’un örgütsel ve siyasal çalışmalarının yanı sıra diplomasi çalışmalarında da yer alır. Bu dönemlerde Xoybûn kadroları çeşitli fotoğraf karelerinde yer alırlar:
Yukarıda bulunan fotoğraf karesinde sağ baştan ayaktakiler; Sedîyê Telhe ve Yado, Xoybûn’un kurucu kadroları ile görülmektedir. Bu fotoğrafın modern Kürt siyasal tarihi açısından önemli bir anlam ifade ettiğini ileri sürmek yanlış olmayacaktır. Zira önde Xoybûn’un siyasi liderleri, arkada ayakta bulunan askeri kıyafetliler ise Xoybûn’un askeri kanat liderleridir. Kılık kıyafetleri dahi bu hareketin sivil ve askeri yönlerinin ne denli birbirinden paralel ama bir o kadar da ayrı olduklarını gösteriyor. Bu yönüyle, Xoybûn için kentli Kürt hareketi tanımını kullanmak yersiz olmayacaktır. Yine sol baştan ayaktakiler; Yado, Bingöllü bir Zaza, hemen yanında Sedî Bingöllü bir Kurmanç, sol baştan oturanlar ise Memduh Selim, Celadet Bedirxan, en sağda ise Kamuran Bedirxan bulunuyor. Kürt şair Cegerxwîn, yıllar sonra anılarında bu günlerden bahsederken Sedî ve Yado için “…hin gavên hêja avîtin” (Değerli bazı adımlar attılar)[24] der.
Yine bu süreçte Suriye’de çekilen kimi fotoğrafların Taşnak Cemiyetinde yer alan Ermeni bir aile tarafından çekildiği ve saklandığı ortaya çıkmıştır. Yıllar sonra, Sedîyê Telhe’nin oğlu Rıza ve torunlarından Kasım Demiralp tarafından bu vaka tespit edilmiştir. Burada şunu eklemek gerekir ki, dönemin Lübnan sahası, Osmanlı’dan geriye kalmış olan Kürt ve Ermeni politik faaliyetlerinin de merkez üslerinden biri olur bu dönemde. Bu nedenle, bu sahada, Ermeni ve Kürt siyasi elitlerin sıkça bir araya gelmesi anlaşılır bir durumdur. Bunun bir örneği olarak, 1962’de, Sedîyê Telhe’nin oğlu Rıza, Suriye üzerinden hacca giderken, Halep kentinde Xoybûn Cemiyeti’nin Lübnan’da müşterek politik faaliyet yürütmüş olduğu Taşnak Cemiyeti’nin Ermeni üyeleriyle bir araya gelir. Tam da bu vesile ile yıllar sonra, Ermeni bir ailenin arşivinden Sedîyê Telhe’ye ait olan fotoğraflar oğlu Rıza’ya verilir. Bu fotoğraflar halen, aynı aileye mensup olan Kasım Demiralp arşivlerinde muhafaza edilmektedir.
Suriye’den Dönüş ya da Xoybûn’un Gümüş Kırbacı
1927’nin sonbaharında Suriye’ye gidenler 1928 yılında çıkan aflarla Türkiye’ye geri dönmüşlerdir. Sedîyê Telhe de 1928’de çıkan aftan yararlanmasına rağmen Türkiye’ye gelmez. Amcasının oğlu Ahmet Bey, arkadaşı Yado ve birçok kişinin dönmesine rağmen, o bir yıl daha Suriye’de kalarak 1929 yılında Türkiye’ye döner. Sedî, Suriye’den dönünce üzerinde Xoybûn Cemiyeti’nin bildirilerinin içinde saklı olduğu kırbaçla döner. Xoybûn Cemiyeti, üzerinde Xoybûn Yadigarı yazısıyla Sedî ve Yado’ya birer özel gümüş kırbaç hediye eder. Yine bu dönemde Xoybûn Cemiyeti, Sedî ve Yado’yu görevlendirerek Türkiye’ye gönderir.[25] Sedîyê Telhe Suriye’den dönünce, gümüş kırbacı içinde Xoybûn Cemiyetine ait bildiriler ve Xoybûn’un mührü vardır.
Sedî, eşi ve çocukları ile birlikte Suriye’den dönüp Türkiye’ye geldiği gibi gözaltına alınır. İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılır. Serbest kaldıktan sonra eşi Cemile Hanım ve çocukları ile birlikte köyü Azîzan’a yerleşirler. Sedî, gümüş kırbacında saklı Xoybûn bildirilerini ilk fırsatta çoğaltıp Xoybûn Cemiyeti’nin çalışmalarını yapmayı hedefler. Kendisinden önce Suriye’den dönen amcasının oğlu Cibranlı Xalid Bey’in kardeşi Ahmet Bey ile iletişime geçer. Aynı şekilde Sedî’den bir süre sonra Suriye’den dönen ve coğrafyanın muhtelif bölgelerinde varlık gösteren yakın akrabaları Hasan (Hesenê Cafer Axa) Hüseyin ve Ali kardeşlerle de iletişime geçer. Bu figürlerin yanı sıra bölgedeki benzer isimlerle de temas halinde olur. Böylece yeniden organize olmanın arayışını sürdürür. Ancak 1930 yılında şiddetlenerek büyüyen Ağrı İsyanından dolayı bir baskı ortamı oluşur. Bu, Sedî’nin son derece özenli hareket etmesini zorunlu kılar. Bu süreçte, dikkatleri üzerlerine çekmemek için stratejik davranmaya çalışırlar. Sedî'nin, Ağrı İsyanına katılan kadrolarla herhangi bir ilişki kurup kurmadığı veya bu direnişe katılmayı düşünüp düşünmediği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, Xoybûn örgütünün bildirileri ve mührüyle dönmüş olması, onun bu hareket adına önemli bir temsiliyet taşıdığını göstermektedir.
Sedîyê Telhe’nin tam da böylesi tarihsel bir aralıkta, birlikte yaşadığı Baro adında bir Ermeni arkadaşı vardır. Sedî’nin hem yaşanan felaket sürecinde gittiği ABD’de hem de Xoybûn ile birlikte hareket eden Taşnak Örgütü’nde Ermenilerle yakın dostluğu vardır. Bunun için hayatı boyunca kendisine yakın olan Ermeniler oldu. Kendisiyle birlikte yaşayan, Baro ismiyle kişi, Azîzanlı bir köylüyle alacak-verecek meselesinde dolayı anlaşamaz. Baro bir sabah bu köylünün bir atını alıp ortadan kaybolur. Kısa bir süre sonra Sedî’nin yakınları atı çalan Baro’nun peşine düşerler ve Baro’yu, Muş ovasında yakalayarak atı, Baro’dan alıp geri dönerler. Fakat çok sürmeden Baro, Sedîyê Telhe’yi evinde Xoybûn Cemiyeti’nin bildirilerini ve mührünü bulundurduğu gerekçesiyle ihbar eder. Baro’dan önce de bölgedeki milisler de Sedîyê Telhe’yi sık sık ihbar ederler. Bu ihbar üzerine zaten Sedî için pusuda bekleyen devlet, Azîzan köyüne operasyon düzenler. Sedî kısa bir süre içinde kamçıyı, mühür ve bildirilerle birlikte ailesi vasıtasıyla evin dışında saklar. Askerler evini basıp arama yaparlar. Evde yapılan aramada bir şey bulunmaz. Ama Sedî’nin ailesinden kadınlar gümüş kamçıyı saklarken askerler tarafından fark edilmişler. Zira bu sırada askerler dürbünle evi ve kadınları izlemiştir. Askerler evin dışında arazide saklanan Gümüş Kırbacı kısa bir süreliğine arar ve sonunda bulur. Gümüş Kırbacın içinde saklanan Xoybûn bildirileri ve Xoybûn mührünü fark ederler. Askerler, gümüş kamçı, bildiri ve mühre el koyar. Burada Sedîyê Telhe, yeniden gözaltına alınıp Çapakçur’dan Erzurum’a götürülür. Aynı süreçte amcasını oğlu ve Cibranlı Xalid Bey’in kardeşi Ahmet Bey de Şimalî Kürdistan Cemiyeti üyesi olmakla suçlanır ve Varto’da gözaltına alınarak Hınıs üzerinden Erzurum’a götürülür. Burada Şeyh Sait’in oğlu Şeyh Selahattin, arkadaşları Memduh Bey ve Şevket Bey ile birlikte önce Trabzon’a götürülür. Buradan da Ankara’ya gönderilerek yargılanmaya başlanır. Bu gelişmeler dönemin basınında da yer alır. Millet Gazetesi Sedîyê Telhe’yi şöyle tarif eder: “Zayıf, uzun boylu, uzun bıyıklı, saçları kına ile yıkanmış bir adamdır.”[26]
Sedîyê Telhe, Ankara’da gerçekleşen yargılamanın sonunda tutuklanarak Ankara’dan Erzurum Cezaevi’ne gönderilir. Sedî, Erzurum cezaevinde altı yıl hapis yatar. Bu süre zarfında defalarca yargılanır. Yargılama süreci garip bir biçimde uzun yıllara yayılır.
Sivas Cezaevi’ne Sürgün: “Asın bu iti!”
Sedîyê Telhe, Erzurum’da altı yıl hapis yattıktan sonra, 1936 yılında Sivas Cezaevine sürgün edilir. Elbette Sedîyê Telhe’nin Sivas’a sürgünü, erken cumhuriyetin tedip-tenkil politikalarının istisna olmayan bir örneği olarak tarihe geçer. Sedî, burada da yargılanmaya devam edilir. İlginç bir yargılama usulüyle, üçüncü kez yargılanır ve cezası 1936 yılında yarı açık cezaevine dönüştürülür. Bu, Tek Parti rejiminin görünürdeki ıslah söyleminin bir paravanı gibidir. Zira Kürt siyasi liderleri ıslah edilmesi gereken birer ‘hasta’ olarak görülüyordu Tek Parti rejimi tarafından. Nitekim bu gelişmelerden sonra, Sedî’nin hafta sonları dışarı çıkma izni olur. Bu süreç Sivas Açık Cezaevi ıslah edici hapis politikalarına uygun bir şekilde yürütülür. Sedî’nin hafta sonları izinli bir şekilde dışarı çıkma koşulları oluşur. Bu sayede ailesi ile buluşup vakit geçirme şansı da olur.
Cemile Hanım, eşi Sedî ile birlikte Türkiye’den Suriye’ye, oradan Lübnan’a uzanıp nice coğrafyaları arşınladıktan sonra yeniden Türkiye’ye döner. Ancak bu sefer Sedî’nin tutsaklığından dolayı farklı kentlere sürülür. Sedî, Sivas’a sürgün edildikten sonra, Cemile peşinden Sivas’a gider ve buraya yerleşir.
Sedîyê Telhe, Sivas’ta tutsaklığının on birinci yılına girmektedir. Ailesinin cezasının biteceğini ve serbest bırakılacağını umut ettiği bir zamanda, yeni gelişmeler peyda bulur. Sedîyê Telhe, on bir yıl sonra yeniden ölüm cezasıyla yargılanır. Bu konuda yargılandığı dosyası 27 Haziran 1941 yılında Başvekâlet imzasıyla “Büyük Millet Meclisi Yüksek Reisliği’ne” gönderilir ve şöyle denilir:
“Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bir kısmını Hükümetin elinden çıkarmak için cemiyet kurmak, çete teşkil etmek ve saireden suçlu Talhaoğlu 1305 doğumlu Sadi diğer adı Sadullah Kalkan[27] hakkında Sivas Ağır ceza mahkemesi tarafından verilen ölüme mahkûmiyet kararı Temyiz mahkemesince tasdik edilmiş olduğundan Büyük Millet Meclisince kanuni merasimi yapılmak üzere adliye vekilliğinden 27. VI. 1941 tarih ve 317-83 sayılı tezkere ile gönderilen bu işe ait evrak aynen sunulmuştur. Gereğinin yapılmasına ve neticesinin bildirilmesine müsaadelerini arzederim.”[28]
Bu gelişmelerden sonra 12 Ekim 1941 tarihinde, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü bir yurt gezisi programıyla Sivas’a gider.[29] Sivas’taki gezisinde cezaevini de ziyaret ederek burada incelemelerde bulunur. İnönü’nün bu ziyareti, Tek Parti rejiminin bir iktidar gösterisine sahne olur. İnceleme esnasında tutsakların ahvali üzerine, negatif manada, dikkatle durur. Tutsakların içinde bulunan Sedîyê Telhe, daha ilk anda onun dikkatini çeker. Çünkü Sedî’nin üzerinde ulusal Kürt giysileri vardır. Politik bir tutum olarak bu ulusal kıyafetlerinden vazgeçmeyen Sedî’nin, bunu, Kemalist rejimin politikalarına ilişkin, karşı bir ulusal tavır olarak seçtiği açıktır. İnönü, cezaevi yönetimine Sedî’yi sorup kimliğini öğrenmek ister. Cezaevi yönetimi tarafından, İnönü’ye Sedîyê Telhe’nin, Cibranlı Xalid Bey’in amcasının oğlu olduğu ve Xoybûn Cemiyeti ile ilişkili olduğu bilgisi iletilir. İnönü’ye giden bu bilgi onu son derece öfkelendirir. Xalid Bey’i yakından tanıması ve Xoybûn’a ilişkin duyduğu nefret, o an, Sedîyê Telhe’ye duyduğu öfke olarak kendini dışa vurur. Böylece, cezaevi yetkililerine ‘Asın bu iti![30]’ diye emreder.
İnönü’nün bu tavrı, esasında devletin Xalid Bey’e karşı tutumunun bir alameti farikasıydı. Nitekim İnönü, Sedîyê Telhe’nin kimliğine duyduğu öfkenin gereğini düşünür ve ilk iş olarak Ankara’ya dönüşte Sedî’nin zaten sürüncemede olan dosyasını gündemine alarak, hızlandırmasını sağlamış ve idam süreci hızla ilerlemiştir. Bu durum üzere, muktedirin emri demiri keser mahiyettedir: Sedî’nin dosyası aylar sonra, 3 Haziran 1942’de “Müzakere Edilen Maddeler” başlığıyla yeniden TBMM’ye getirilir. Meclis kayıtlarına “Çapakçur'un Azizan köyünden Talhaoğlu Sadi Kalkan'ın ölüm cezasına çarptırılması hakkında Başvekâlet tezkeresi ve adliye encümeni mazbatası (3/338)”[31] şeklinde geçer. Bu konuda mecliste ilk sözü Kocaeli Milletvekili Salah Yargı alır. Yargı, on iki yıl boyunca devam eden bir mahkemenin idamla sonuçlanmasının adil olmayacağını ve Sedî’nin cezasının ağır müebbet cezasına dönüşmesini talep eder. Ancak Salah Yargı’dan sonra söz alan Ankara Milletvekili Fevzi Daldal, şu konuşmayı yapar:
“Arkadaşlar, Salâh Yargı arkadaşımız Talhaoğlu Sadi'nin hüviyetini bilmediği için kanuni hususlardan ve bazı usul cihetlerinden dolayı idam cezasının müebbet ağır hapse tahvili reyinde bulundular. Bendeniz bu Talhaoğlu Sadi'nin bundan 15 sene evvelki hâdisat içinde yaptığı rolleri, ika ettiği cinayetleri bildiğim için, müsaadenizle bunları birer birer arz edeceğim. Talhaoğlu Sadi Çapakçur'un Azizan köyündendir. Kendisi teşkil ettiği eşkıya çetesiyle taklibi Hükümet için harekete geçerek Çapakçur'dan Kiğı'dan dolaşarak Erzurum'un Taşkesen nahiyesini basmış ve nahiye müdürü ve 5 jandarma ve bir jandarma çavuşunu öldürmüştür. Bundan sonra Erzurum’un Söğütlü köyünü basmış halka birçok eza ve cefa ettikten sonra mallarını alıp götürmüştür. Ondan sonra Cinis köyünü basmış orada da ayni mezalimi icra etmiştir. 70-80 atlı çetesiyle beraber Çapakçur'a hareket etmiş ve oradan da cenuba doğru kaçmıştır. Ben Erzurum'da bulunduğum sıralarda yani 1929 senesinde bu adam cenuptan tekrar hududu geçerek Muş'a kadar gelmiştir. Şeyh Sait'in oğlu Salâhattin taklibi Hükümet fikriyle Erzurum'a gelmiş 6-7 adet Kürtçe mühür kazdırmıştır. Birinci mıntıka, ikinci mıntıka diye ... Yani Şarki Kürdistan Hükümeti teşkili için. Bilâhare Şeyh Sait'in oğlu ile Talhaoğlu Sadi de yakalanarak hapse tıkılmıştır ve Ankara'ya gelmiş ise de kendisinin daha ağır cinayetleri, cezaları olduğu için evrakı tetkik edilerek Erzurum'a gönderilmiştir. Bunlar hakkındaki evraklar bazı nevakıstan dolayı, temyize gitmiş, dönmüş, nihayet huzurunuza idam kararıyla gelmiştir. Bu şahsın esasen yaptığı cinayetler o kadar çoktur ki, bunların hesabı ancak dosyasının tetkikiyle meydana çıkar. Şimdi böyle bir şahsın cezasının; usul bakımından affedilmesi veya cezasının hafifletilmesi, Büyük Millet Meclisinin havsalasına sığmayacak şekildedir. Bunlar esasen Kürt Hoybun Cemiyetine mensupturlar, yaptıkları da adi bir cürüm değil, siyasi cürümlerdir.”
Fevzi Daldal, bu konuşması mecliste güçlü bir destek alır. Mazbatanın reye sunulması için sesler yükselir: “Reye… reye…!”[32] Mecliste, reye diyerek yükselen seslerden sonra oylamaya geçilir ve Sedîyê Telhe, “Türkiye Cumhuriyeti topraklarının bir kısmını hükümetin elinden çıkarmak için cemiyet kurmak ve çete teşkil etmek gibi işlenen suçlar mahkemece sabit görülerek Türk Ceza kanununun 125’nci maddesine uygun görülerek ölüm cezasına çarptırılır.”[33]
Sedîyê Telhe’nin idam kararı 3 Haziran günü TBMM’den geçtikten sonra, 8 Haziran 1942 yılında resmî gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer.
Sedîyê Telhe’nin idam kararının Resmî Gazete’de yayımlandığı 1942 Haziran’ı, aynı zamanda Tek parti rejiminin Kürt siyasal hayatını boğduğunu ve nihai olarak kazandığını düşündüğü bir zamana tekabül etmektedir.
Boyundaki İdam Emirnamesi: Vakur Bir Veda
Sedî, infazdan bir gün önce, 15 Haziran günü, son bir kez ailesi ile buluşur. Eşi Cemile Hanım, yanına 6 yaşındaki kızı Ayten ile 11 yaşındaki kızı Faqîte’yi de alıp birlikte görüşe giderler. Sedîyê Telhe, Cemile Hanım ve kızlarıyla buluşur. Vakurdur. İki küçük kızını kucağına alır. Uzun uzun öper. Altı yaşındaki kızı Ayten’i defalarca öper. Görüş saati içinde her iki kızını da kucağından hiç indirmez. Görüş biter. Büyük bir soğukkanlılıkla iki çocuğuna ve eşi Cemile’ye son bir kez sarılır. Vakur bir tavırla vedalaşırken, eşi Cemile Hanım’a sarılıp şöyle der: “Yarın buraya gelme, cezaevi yönetimi seni çağırdıktan sonra gelirsin.”[34]İdamı kabullenmiş ama ulusal duygularını son ana kadar kendisinden ve ailesinden aziz tutan bir liderin son sözleri olur bunlar.
Cemile Hanım, kızlarıyla Sedî’den ayrılır. Küçük Ayten babasından ayrılınca kırgın ve ağlamaklıdır. Ayten’in babasının gözleri gibi yemyeşil gözleri vardır. Güzelliği gardiyanların ilgisini çeker. Bunun üzerine bir gardiyan Ayten’i bu kırgın haliyle fotoğraflamak ister. Onu alıp, orada bulunan küçük bir masanın yanına geçmesini söyler. Ayten ellerini yanaklarına götürüp, masum suretiyle kadraja bakar. Gardiyan deklanşöre basar ve zaman durur. Küçük Ayten’in fotoğrafı, dönemin bir nişanesi olarak belleklerde ve arşivlerde silinmemek üzere yer alır.
Ertesi gün, 16 Haziran Salı günü, Sedîyê Telhe’nin infazı gerçekleşir. İnfaz edildiğinde 55 yaşındadır. Tarih tekerrürden ibarettir, cezaevi yönetimi Sedîyê Telhe’nin naaşını gizli ve alelacele bir şekilde Sivas Mezarlığı’na defneder. Rıza, Çapakçur’da babası Sedî’nin idam haberini alır almaz yola çıkar, üç gün sonra Sivas’a varır. Sivas Mezarlığına gider. Babasının mezarının izini sürer, ancak bulamaz. Mezardan sorumlu kişiler, Rıza’ya kim olduğunu sorarlar. Rıza, dönemin politik atmosferinden dolayı korkar, kimliğini gizler. Sivaslı olduğunu ve bir akrabasını mezarını aradığını söyler. Bir süre sonra Kürt bir mezar çalışanı Rıza’dan şüphelenir ve ona kısık bir sesle tutuklu biri miydi diye sorar. Rıza evet deyince, yine aynı kısık sesle Rıza’ya şöyle der: “Birkaç gün önce burada tutsak bir Kürt idam edildi. Gömdükleri yeri biliyorum, sana göstereceğim.”[35] Böylelikle Rıza, babası Sedîyê Telhe’nin mezar yerini öğrenir. Mezarın hala aynı yerde olduğu tahmin ediliyor. Zira mezarın yeri, devlet tarafından, yerelde çalışan ve yine bir Kürt olan bir hamalın söylemesi sonucu tespit edilmiştir. Aksi durumda, bu tesadüf olmasaydı, tıpkı Şeyh Sait, Xalid Bey ve abisi Hasan Bey gibi mezarsız bir ölü olarak hafızalarda bir hayalet olarak kalacaktı.
Kırmızı Fistan, Siyah Şal: Cemîla El Şak
Cemile Hanım, eşi Sedîyê Telhe’nin tutsaklığı nedeniyle 1936 yılında çocukları ile birlikte Sivas’a yerleşmek zorunda kalmıştı. Birgün, eşiyle birlikte Çapakçur’a dönme hayalini kursa da Sedî’nin idamı bu hayali sukutla sonlandırır. Sedî ve yol arkadaşı Yado, dönemin Bingöl’ünün toplumsal hafızasında derin bir iz bırakan iki lider olarak tarih sahnesindeki yerini alır.
Cemile Hanım, eşi Sedî ile nice yollar kat etti, farklı coğrafyalara sürüklendi. Xoybûn Cemiyeti’nin Suriye ve Lübnan’daki kadın çalışmalarında yer aldı. Cemile Hanım aynı zamanda güzelliğiyle bilinen bir kadındır. Suriye’deyken şair Osman Sebrî, ondan “Ew çi jinek bedew bû! (O ne güzel bir kadındı),[36] diye hayranlıkla bahseder. Nitekim Cemile hanıma, Çapakçur’da güzelliğinden dolayı Zazakî/KirmancîCemîla El Şak (El Şak’ın Kızı Cemile) olarak tarif edilir. Hikayesi Çapakçur’un sokaklarında dillere dolanan bir strana (türküye) hayat verir:
Fistûn sûr, şala sîyay
Çarşîye cêr di biye emûn a
Ti vûni melekê azmin a
Rindiye yay dinya di gera ya
Niye sipî ya, niye siya ya
Ti vûni melekê azmin a
Qume yay seyqawax a
Çarşiye cêr dî yo kird a
Nome yay Cemîlayê El Şak a[37]
Sonuç Yerine: Direnişin Arşivi ya da Arşivin Direnişi
“Miras yalnızca alınan değil, sorumluluğu üstlenilen bir şeydir.”
Jacques Derrida
Yukarıda da belirtildiği gibi Cibranlı Xalid Bey’den sonra ailesinden Sedîyê Telhe gibi onlarca kişi katledilir, yaşadığı köyler yakılıp yıkılır ve yüzlerce kişi sürgüne tabi tutulur. Örneğin, amcasının ailesi olan Xeto Ailesi, Bingöl’ün en büyük ailelerinden biriydi. Osmanlı Devleti’nde cereyan eden Kürt isyanlarında ya aktör ya da faktör olarak yer alır. Ancak 1925’te Xeto Ailesi, hem Xalid Bey’in ailesi olmasından dolayı hem de Kürdistan İstiklal Komitesi’ndeki rolü nedeniyle devlet tarafından uzun ve programlı bir yok etme planının hedefi olur. Kürdistan İstiklal Komitesi ve Şeyh Sait Hareketi’nin ardından ailenin erkekleri Bitlis Harp Divanı’nda, Hınıs’ta ve Diyarbakır Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak idam edilir. Dağlarda mücadele eden gençleri ise milisler ve askerler tarafından yakalanarak infaz edilirler. Kargapazarı köyündeki evleri askerler ve milisler tarafından hedef alınır. Tüm evleri ateşe verilerek, yakılıp yıkılarak moloz yığınına çevrilir.Yaşanan bu vahşetten kaçmaya çalışan kadınlar ve çocuklar da katledilir.
Xeto Ailesi’nin yaşadığı bu felaketten, altı aylıkken annesi Xezal Hanım tarafından tandırda saklanarak hayatta kalan Reşid Bey’in oğlu Kasım Demiralp, daha sonra annesi Xezal Hanım ve ailenin yetim kalan kız çocuklarıyla beraber Elazığ’a sürgün edilir. Kasım Demiralp, dört yaşındayken annesi Xezal Hanım ve beraberindeki kız çocukları ile sürgünden dönerek Kargapazarı köyüne yeniden kök salar. Yas hakkı elinden alınmış ve tanıklığı tanınmayacak düzeyde olan Xezal, yası duygusal bir yükten arındırma çabasıyla yeni hafıza alanları oluşturmaya girişir. Bu yönüyle bir hafıza kurucusu ve taşıyıcısı olarak Xezal Hanım, 1940’lara geldiğinde, henüz on altı yaşındaki oğlu Kasım’ı, ailesinin hafızasının izini sürmesi için, onu zamanla farklı coğrafyalara sürükler. Kasım Demiralp, annesi Xezal’in mırıldanışlarını bir akışa doğru serbest bırakır ve bir varlık vesikası gibi ulaşabildiklerini konuşturarak yaşanan felaketin tanıklıklarını toplamaya başlar.
Demiralp, bu yıllarda, Foucault’nun deyimiyle bilgiyi arkeolojik bir kazıya tabi tutarak yok olan Xeto Ailesi’nin ve dedeleri Cibranlı Xalid Bey ile Sedîyê Telhe'nin izini sürerken daha önce dile getirilmemiş birçok hadiseyi de kayda geçirmeye çalışır. Çabası bir nevi toplumsal bir hasar tespit çalışması oldu. İlkin 1955 yıllarında, Ankara’da, TBMM’nin koridorlarında dedelerinin arşivinin peşine düşerek mezar yerlerini bulmaya çalışır. Bu çabası sonuçsuz kalınca, Kürdistan’a dönerek bir karşı-arşiv çalışması başlatır. Yıllara yayılan çalışmasıyla Şeyh Sait Hareketi’nin yenilgisinden sonra katliamdan geçirilen geniş ailesi ve aşiretinin tespit ettiği isimleri özenle not alır. Coğrafyanın çeşitli bölgelerinde katledilen ailesinin kimlik tespitini yaparken, Şeyh Sait Hareketi ve Seyit Rıza’ya dair daha önce bilinmeyen bazı detayları da ilk kez kayda geçirir. Demiralp, yalnızca kendi ailesinin fertlerini değil, köyleri yakılan, dağlarda öldürülen, idam edilen ya da sürgüne gönderilen insanların hikâyelerini bir araya getirmeye çalışır. Bu hikâyeleri, geniş ailesinden kaybettiği isimlerle birlikte kayda geçirmek için büyük bir özen gösterir. Cibran Konfederasyonunu yöneten Suwar Aşireti’nin, Xalid Bey’i şahsında verdiği ağır kayıpları detaylı bir şekilde kaydeder. Teyple ses kaydı alırken, topladığı bilgileri günlüklerine not düşer ve daktilosuyla yazıya döker. Xezal’in itici kuvvetiyle günlükler şekillenir, aile mirasına ait eşyalar toplanır ve aile geçmişi sistematik ve aşamalı bir şekilde kayda geçirilir. Bu süreçte her adımda dikkatli ve özenli bir tutum sergileyerek hem kişisel hem de toplumsal hafızayı koruma misyonunu üstlenen Demiralp, topladığı bilgileri düzenli bir şekilde tasnif ederek geniş ailesinde/aşiretinden katledilen tüm isimleri ayrıca bir listede kaydeder. Bu listede kayıpların isimlerini, baba adlarını, ölüm şekillerini, nerede ve hangi tarihte katledildiklerini ayrı sütunlara ayırarak özenle kayıt altına alır. 1960 yılında daktilo ile hazırladığı özgün kayıt listesi şöyledir:[38]
1925 yılındaki Xalid Bey ve Şeyh Sait hadisesinde ve daha sonraki olaylarda idam edilen veya öldürülen Suvaroğulları ailesinden olanlar
Adı
Baba Adı
Ölüm Şekli
Nerede Öldürüldüğü
Tarih
1. Halid Bey
Mahmut Bey
İdam
Bitlis
14.04.1925
2. Mehmet Ağa
Halil (Xeto)
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
3. Mehmet
Şerif (Xeto)
İdam
Hınıs
1925
4. Sadi Bey
Talha
İdam
Sivas
16.06.1942
5. Hasan Ağa
Talha
İdam
Hınıs
1925
6. Mahmut Ağa
Ömer Ağa
İdam
Hınıs
1925
7. Kâmil Bey
Halit Bey
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
8. Baba Bey
Halit Bey
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
9. Mehmet Bey
İbrahim Bey
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
10. Süleyman Bey
İbrahim Bey
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
11. Bahri Bey
İbrahim Bey
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
12. Temo Ağa
Derviş Bey
İdam
Diyarbakır
28.06.1925
13. Ali
Reşo
İdam
Hınıs
1925
14. Tahir Ağa
AliyêDirbaz
Kurşun
Kolhisar - Hınıs
1925
15. Abdullah
AliyêDirbaz
Kurşun
Kolhisar - Hınıs
1925
16. Esat
Hüseyin Ağa
Kurşun
Sulux (Sülük) Köprüsü
1925
17. Halit
Aliyê Süleyman
Kurşun
Varto
1925
18. Seyfi
Fendi
Kurşun
Varto
1925
19. Ali
Hüseyin Ağa
Kurşun
Suluk Köprüsü
1925
20. Hasan Efendi
Ali Ağa
Kurşun
Leylek Köyü
Mart 1925
21. Mehmet Bey
Hasan Efendi
Kurşun
Palağgol (Hasanova)
1925
22. Selim Bey
Mahmut Bey
Kurşun
Kızılçubuk
Eylül 1926
23. Necmettin
Halil Ağa (Xeto)
Kurşun
Sakaören
Ekim 1925
24. Mehmet
Abdi Ağa (Xeto)
Kurşun
Sakaören
Ekim 1925
25. Ali
Ahmet Ağa (Xeto)
Kurşun
Sakaören
Ekim 1925
26. Hüseyin
Ömer Ağa
İdam
Hınıs
1925
27. Filit Ağa
Osman Ağa
Kurşun
Dadinan Köyü Yaylası
1926
28. Dilaver
Filit Ağa
Kurşun
Dadinan Köyü Yaylası
1926
29. Ali
Züber Ağa
Kurşun
Dadinan Köyü Yaylası
1926
30. Reşid Bey
Ahmet Ağa (Xeto)
Sürgün
Elâzığ
28.06.1927
31. Mehmet Sıddık
Reşid
Kurşun
Dadinan Köyü Yaylası
1926
32. Muhittin Ağa
Ömer
Kurşun
Sürgün
1926
33. Cafer Ağa
Mehmet
Kurşun
Yukarı Şorık
1926
34. Mehmet Derviş
Mucin
Kurşun
Harabe
1925
35. Ahmet Ağa
Süleyman
Kurşun
Silvan
1925
36. Feyat Ağa
Alavuzanlı Ali
Kurşun
Varto
1925
37. Ahmet
Azdo
Kurşun
Varto
1925
38. Halil
Maksut
Kurşun
Bağlisa - Çatak
1925
39. Feyat
Haydar
Kurşun
Bağlisa - Çatak
Nisan 1925
40. Mehmet Sıddık
Eşref
Kurşun
Kiğı
1926
41. Mehmet Sıddık
Mahmut
Kurşun
Palu
1934
Not: Hüseyin Ağa oğullarından Ali ve Esat, dört Şeyh ile birlikte Suluk Köprüsünde öldürülmüşlerdir. Şeyhlerin isimleri tespit edilemedi.
Cibranlı Xalid Bey’in ve Sedîyê Telhe’nin geniş ailesi ve aşireti, dönemin devlet politikaları doğrultusunda hem kurulan dar ağaçlarında hem de coğrafyanın muhtelif bölgelerinde infaz edildi. Sağ kalanlar ise Batı Anadolu’nun farklı kent ve kasabalarına sürgün edildi. Yukarıdaki listede yer almayan ancak yakılıp yıkılan köylerde katledilen, sürgün yollarında kaybolan ve bir daha kendilerinden haber alınamayan çocuklar ve kadınlar oldu. Özellikle öldürülenlerin çoğunun bir mezarının olmaması ya da nereye gömüldüklerinin bilinmemesi, bu trajediyi daha da derinleştirirken, hikâyenin çıkış noktasını da ölülerinin yerini arayan insanların acılarına dönüştü. Sonuç olarak; Kürdistan mefkuresinin savaşçısı Sedîyê Telhe, tarihi yok edilmeye çalışılan yoksul halkı için serini verdi. Onun hikayesi Kürdistan davasının hikayesidir.
Kaynakça
[1]Hamit Bozarslan, Türkiye Tarihi: Osmanlı İmparatorluğundan Günümüze, İstanbul:İletişim Yayınları, 2025
[2]Hakan Özoğlu, Osmanlı’da Kürt Milliyetçiliği: Kimlik, Evrim, Sadakat, İstanbul: İletişim Yayınları, 2017
[3] Kasım Demiralp Arşivi
[4]Sêyithan Kurij, “Yado: Efsane Bir Direnişçinin Portresi”, Kürd Araştırmaları Dergisi, 2024
[5] Aktaran, Sadi Şahşuvar (SedîyêTelhe’nin torunu)
[6]Aktaran, Sadi Şahsuvar
[7] Mahmut Akyürekli, “Azadî’nin Kuruluşu, Faaliyetleri ve İfşası”,İstanbul: Kürt Tarihi Dergisi, Sayı: 56-57, 2025, s. 6
[8]Kürdistan İstiklal Komitesi’nin resmi evraklarına henüz ulaşılamadığı gibi kuruluş tarihine dair net bir tarihte bilinmemektedir. Fakat bu konuda çalışma yürüten araştırmacılar, çeşitli tarihleri işaret ederler: GaroSasunî‘ye göre Komitenin kuruluş tarihi, 1920 Ekim Ayı’dır. Örgütün 1921 yılında Erzurum’da kurulduğunu kabul eden Robert Olson, Beytüşşebap İsyanından sonra Irak’a kaçan ve orada İngilizlerle diyaloğa giren Kürt subaylardan Ali Zeki, İsmail Hakkı, İhsan Nuri, Tevfik ve Ahmet Rasim Bey’lerin verdikleri bilgilere dayanarak örgütün 23 şubesinin olduğunu yazmış ve uzunca bir üye listesini çıkartmıştır. Martin vonBruinessen‘e göre ise örgüt, 1923’te kuruldu. Kazım Karabekir ise Kürdistan İstiklal Komitesi’nin belgelerinin 1921 yılında eline geçtiğini söyler. Ancak bu alanda yaptığı çalışmalarla bilinen yeni nesil Kürt araştırmacı ve yazarlardan Sedat Ulugana ise, ulaştığı arşiv belgelerinde Kürdistan İstiklal Komitesi’nin 1919’un Kasım ayında kurulduğunu söyler.
[9]BOA, Y..MTV. 122/55, H. 24.12.1312
[10] Kasım Demiralp Arşivi
[11] Kasım Demiralp Arşivi
[12] Tahsin Sever, 1925 Hareketi: Azadî Cemiyeti, İstanbul: Nûbihar, 2021
[13] Kasım Demiralp Arşivi
[14] M. Halit Fırat, 75 Senelik Derbeder Bir Hayat Hikayesi, Ankara: Kardeş Matbaası, 1968, s. 23
[15] Sever, a.g.e., s. 194
[16] Kasım Demiralp Arşivi
[17] Aktaranlar, Mehmet Atlı (Kâmil Bey’in torunu), Edip Demiralp (Xeto Ailesi’nden)
[18] Kasım Demiralp Arşivi
[19] Kasım Demiralp Arşivi
[20]Qirtuzî bölgesinde yaşanan bu çatışma, halk arasında anlatıla gelen önemli bir olaydır. Selim’in ölümü zamanla çok sayıda dengbêjinstranlarına da konu olmuştur.
[21] Sever, a.g.e., s. 257-258
[22] Kasım Demiralp Arşivi
[23] Sever, a.g.e, s. 262 - 265
[24]Cegerxwîn, JînenîgariyaMin, s. 176
[25]RohatAlakom,Xoybûn Örgütü ve Ağrı Ayaklanması, İstanbul: Avesta Yayınları, 2011, s.61.62
[26] Milliyet Gazetesi, 1 Ağustos 1930, Cuma, s. 1 / Milliyet Gazetesi SedîyêTelhe’nin ismini “Talha oğlu Tahir” şeklinde geçiyor. Nedeni ise SedîyêTelhe’nin isminin içinde harflerinin olması ve hikayesinin önemsizleştirilmesinin önemli bir etkisi vardır.
[27] Soyadı Kanunu’ndan sonra SedîyêTelhe’nin ailesi “Kalkan” soyadını alır.
[28] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre VI, Cilt 26, İçtima 3, s. 75
[29] İnönü Vakfı, “İsmet İnönü’nün 1924 – 1973 Arası Yurtiçi ve Yurtdışı Gezileri”
[30] Kasım Demiralp Arşivi
[31] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre VI, Cilt 26, İçtima 3, s. 75
[32]TBMM Zabıt Ceridesi, Devre VI, Cilt 26, İçtima 3, s. 34, 35
[33]TBMM Zabıt Ceridesi, Devre VI, Cilt 26, İçtima 3
[34] Aktaran, Fatma (Işık) Demiralp (SedîyêTelhe’nin torunu)
[35] Aktaran, Fatma (Işık) Demiralp
[36] Orhan Zuexpayıj, “Şeyh Sait Hareketi’nde Bir kadın Portresi (CemîleXanım-SadîyeTelha’nın eşi)”, Araştırma ve İnceleme
[37] Kasım Demiralp Arşivi
Kırmızı fistan, siyah şal
Aşağı çarşıda amansızdır
Sanki göklerin meleğidir
Onun güzelliği dünyaya yayılmıştır
Ne beyazdır ne siyahtır
Sanki göklerin meleğidir
Boyu kavak ağacı gibidir
Aşağı çarşıda bir Kürt’tür
Adı Cemile El Şak’dır.
[38]Kasım Demiralp Arşivi, Kürt kolektif tarih yazımındaki bilgi sistemini odağına alan ve bu arşivin kamusallaştırılmasını hedefleyen Bîr İnisiyatifi’nin çalışmalarıyla yapılandırılmaktadır.Bîr İnisiyatifi, tarihsel bilginin akışkanlığını, dinamik doğasını ve kısmi kopukluklarını analize tabi tutarak, Kürt kolektif hafızasında silinme riskiyle karşı karşıya bırakılan hakikatlerin yeniden inşasını amaçlamaktadır. Bu bağlamda Demiralp Arşivi, Bîr İnisiyatifi açısından; bölgesel ve ulusal moment içerisinde kesintiye uğramış tarihsel ve kültürel hakikatlerin sürekliliğinin nasıl muhafaza edilebileceğine ilişkin bir epistemolojik ve metodolojik sorgulamanın zeminini oluşturmaktadır. İnisiyatifin bu yönelim ve çabası, hem kuramsal çerçevesi hem de içeriksel boyutları itibarıyla Kürt tarihyazımına derinlik kazandırmayı ve mevcut akademik/entelektüel boşlukları doldurmayı hedeflemektedir.
https://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-404